24 Şubat 2011 Perşembe

hayat bu....

Bazen gündelik hayatın akışına o kadar çok kaptırıyorum ki kendimi durup dinlenmeksizin koşturuyorum. 24 saatin yetmediğini düşündüğüm günler oluyor çocuklar, ev, iş, eş, dost, sorumluluklar derken zaman hızla akıp gidiyor. Hâlâ okuyamadığım için üzüldüğüm birkaç kitap, bir türlü fırsat bulup davet edemediğim birkaç dost, ziyaret etmeye vakit bulamadığım aile büyükleri...

Bu hafta için de planlarım vardı. Sevdiğim bir kız arkadaşımla öğle yemeği yiyecektim. Kuzenimi arayıp cevap veremediğim telefonu için özür dileyip, onunla uzun uzun keyifli bir sohbet yapacaktım. Oğlumun proje ödevi için alışverişe çıkacaktım. Hafta sonu uzun zamandır ertelediğim dostlarımızdan birisini davet edip hoş bir cuma akşamı geçirecek, cumartesi günü biricik Irmak'ımın doğum günü partisine gidecek, pazar günü de bir dostumuzun nişanına katılacaktık. Hayat her zaman planladığımız gibi sürdürmüyor akışını bazen hiç beklemediğimiz bir anda kesiyor yolumuzu, alt üst ediyor planlarımızı. Eminim ben bu planları yaparken de nanik yapıyordu yukardan bana:))))

İki gündür hastanede yatıyorum. Oyunun en heyecanlı yerinde dışarı çıkartılmış bir oyuncu gibi hissettim kendimi hakemle pazarlık yapmak için koştum yanına ama dinlemedi beni kararını vermiş çoktan aldı sahanın kenarına. Önce direndim, “benim yatıp hastaneye iyileşmeyi bekleyecek böyle bir lüksüm yok, ben bir yolunu bulur bunu da ayakta geçiririm”  dedim ama olmadı, söz geçiremedim bedenime.

Şimdi mutluyum bol bol dinlendim, bütün sorumlulukları yıktım anneme ve babama kolumda serum bir hastane odasında fırıl fırıl dönüyorum. Kanıma karıştıkça şişedeki sarı su, gönüllü bir teslimiyet içinde bıraktım kendimi. Ben iyiyim dedikçe “hayır değilsin” diyorlar ne hikmetse gözler sadece kalbin aynası değil sağlığında aynası galiba sürekli kuvvetli bir ışık eşliğinde bakıyorlar gözlerimin derinliklerine. Sağa sola atıyorlar halsiz bedenimi. Salyangozu resetliyormuşum bu şekilde .

Baş dönmesi feci bir şey aslında ama bir de mide bulantısı eklenince dayanılmaz oluyor her şey sesler, ışık, kokular...

Toksöz Karasu'nun kitabında okumuştum: "Akıl sağlıklı bedeni idrak etmez ve onun normal işleyişine kayıtsız kalır. Böyle olmasaydı sonbaharda altın sarısı yaprakları, yazın masmavi gökyüzünü, kışın sakin sakin düşen kar tanelerini ve ilkbaharda aniden açıveren çan çiçeklerini görebildiğimiz için her an halimize şükrederdik. Kuş cıvıltılarını, çocukların şen kahkalarını, sevgililerimizin fısıltılarını ya da Beethoven'ın König Stephan uvertürünü işittiğimiz zaman derin bir minettarlık duyardık. Yürüyebilmemize, koşabilmemize, yıkanabilmemize, bir kutuyu alıp açabilmemize, yazabilmemize, yemek hazırlayabilmemize hatta sırf yataktan kalkabilmemize bile hayran olurduk."

Çok doğru.
Bu işlevlerden herhangi birini yitirene dek anlamıyor insan değerini sağlığın. Sonra “değerini bilmeliyiz...” diye başlayan cümleler, “daha sık kullanmalıyız sevgi sözcüklerini” diye kendimize söz vermeler ve daha nice pişmanlıklar. Ama ne yazık ki bunlar hep sözde kalan pişmanlıklar. En fazla birkaç gün sürüyor, sonra nasıl olduğunu anlayamadan yine o döngünün içinde buluveriyoruz kendimizi. Her şey gene eskisi gibi olmaya başlıyor. Amansız koşuya devam ediyoruz kaldığımız yerden. Neyse ki benimki sadece kısa bir mola. Bir süre sonra tekrar döneceğim ve başlayacak her şey yeniden. Kısa sürecek unutmam hastanede gördüğüm hastaları, ağlayan yakınları ve şükredecek ne çok şeyim olduğunu hatırlamak için yine bir hastalık haberi ya da yeni bir mola gerekecek bana.
Hayat bu.....

14 Şubat 2011 Pazartesi

Benim Hayal Defterim: Sevgililer

Benim Hayal Defterim: Sevgililer: " Aşkın ömrü 3 yıldır. Aşkın ömrü evde uzar, aslında aşk da yok , Aşk gidiyorum demez ve daha yüzlercesi var aşkı anlatan k..."

Sevgililer

    Aşkın ömrü 3 yıldır. Aşkın ömrü evde uzar, aslında aşk da yok , Aşk gidiyorum demez ve daha yüzlercesi var aşkı anlatan kitapların. Herkesin kendine göre bir aşk tanımı var.   "Aşk henüz yakından tanımadığınız sadece  fiziksel özelliklerini beğendiğiniz kişiye hayalinizdeki mükemmel kişilik özelliklerini giydirdiğinizde oluşan duygudur." demişti.Duygu Asena
 Çok kolaydır aslında bu duyguya kapılmak.  Kafamızda mükemmel insan nedir? sorusuna hazır bir cevap vardır mutlaka, eh birde aradığınız fiziksel özelliklere sahip biriyse karşınıza çıkan, hemen ikisini birleştirir ve sonucu aşk olan bu muhteşem duyguya kapılıveririz sonra zamanla tanıdıkça,  hiç de hayal ettiğimiz gibi olmadığını görmeye başladıkça kalp atışları normale dönmeye, ayna karşısında geçen zaman azalmaya, ayaklarınız yere değmeye kısaca tüm fiziksel ve duygusal tepkilerimiz normale dönmeye  başlar ama bu noktaya gelene kadar yaşanan şey, inkar edilemeyecek kadar güzel bir duygudur. Aşkın halleri var, aşkın yaşı var, aşık olmamızı kolaylaştıran faktörler olduğu gibi aşkı  zorlaştıran hatta bazen imkansız kılan  şartlarda var. Thomas More'ın Ütopya'sında yaşanır ancak kitaplarda anlatılan zamansız, mekansız,  yaşı başı  olmayan aşklar. Üstelik orada aşklar sona da ermez sonsuz olur , çünkü kimse kimseyi değiştirmeye kalkmaz Ütopya'da. İnsanlar birbirlerini oldukları gibi kabul etmeye meyillidir herhalde orada. Bir hayal ülkesidir Ütopya.
   Gerçi hiç bitmeyen aşk nasıl olur diye düşününce,  dayanmaz galiba diyorum  kalbi insanın o kadar telaşe, heyecana, sürekli bulutların üzerinde gezmek kolaymı, hiç durmadan şarkı şiir yazamaz bir yerlerde tükenir yaratıcılığı gerçekten insanın, sürekli hayallere dalacak kadar kimin boş vakti varki, sağa sola sevdiğimizin ismini kazımak komik olmazmı? çok ütopik olur sonsuz aşk. Yaşadığımız dünyanın dengelerine ayak uyduramayacak kadar korunmasız ve saf bir aşk olur. Sanırım onlu yaşlarda yaşadığımız o ilk aşklar biraz yakındır ütopik aşka.
Genede sonucu ne olursa olsun, ne kadar sürerse sürsün, herkes gönüllüdür çıkmaya aşkı bulmanın yolculuğuna. Şanslıysak hiç değilse bir kere çıkarız o yolculuğa, kimi geri döner yitirilmiş ümitlerle kimide, devam eder yola elinde kalanlarla. Yola devam edenler şanslı bence hele biten aşktan geriye kalan sevgiyse eğer... heyecanlar bittiğinde de sevgiyle bakabiliyorsak birbirimize, gerçekten şans bu işte.  Birde  hani o tarifi olmayan ancak yaşanırsa anlaşılan analık babalık duygusunu katmışsak işin içine bambaşka olur bu yolculuk. Başka sevdalar yaşanır bu süreçte dilinizdeki romantik şarkılar yerini ninnilere bırakır, başlarsınız koşmaya. Yol boyunca gördükleri her görüntü unutulmaz olsun, canları acımasın, hep mutlu olsunlar, tatsız şeyler çıkmasın yollarına diye hep daha önden koşmanız gerekir. 
   Bir başkasını kendinden çok sevmek, o'nun hayatında acıyı ve mutluluğu yaşamak.... Sevginin gücünü, sağlamlığını ve derinliğini öğrenmek.... birisini bu kadar yürekten sevmek nasıl bir şey bunu ancak çocuklarımı severek öğrendim. Aşkın en yalın hali bu, karşılıksız koşulsuz sevmek...
                  En küçük aşkım sevgililer günü hediyesi olarak meyveli yoğurt aldı bana:)))

11 Şubat 2011 Cuma

Mutfakta kullandığımız kap ve kaşık ölçüleri..

Mutfağımda kullandığım kap ve kaşık ölçüleri
        İnternetten,  yabancı yayınlardan ve kitaplardan uyguladığımız tariflerde mutlaka kap (cup), tatlı kaşığı (teaspoon) ve yemek kaşığı (tablespoon) ölçekleri kullanılıyor. Tariflerde verilen miktarları doğru ölçmek çok önemli zira başarısız denemelerin çoğu yapılan ölçüm hatalarının sonucudur. kap ölçüleri   farklı olabiliyor. Örneğin sıvıların ölçümünde  kullandığım 1 kap ölçeği: 1 kap suyu 250 ml olarak ölçerken bir diğeri 220 ml ölçebiliyor. Demek ki evimizde 1 set kap ölçüsünden fazlası kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramıyor:)))
Genelde 1 kap 250 ml'dir .

     Kuru Malzemeler için en uygun ölçüm mutfak tartısıyla yapacağınız ağırlık ölçümüdür.  Mutfak tartınız yoksa ve kap ölçüsü kullanacaksanız,
miktarını ölçeceğiniz malzemenin cinsi önemlidir. Örneğin 1 kap toz şekeri genelde aynı miktardır. Söz konusu un olduğunda ise elenmiş 1 kap unla elenmemiş 1 kap un arasında neredeyse 20-30 gr fark vardır.






     Soldaki resim Yemek kaşığı ölçümünü gösteriyor. Kap yada kaşık ölçüsü kullanırken resimde görüldüğü gibi spatula yada bıçak kullanılarak üzeri düzlenir. Standart ölçüm kaşıkları evimizde kullandığımız kaşıklarla aynı değildir. Örneğin teaspoon (çay kaşığı) tatlı kaşığı ölçülerine yakındır.




  
  Mutfak tartısı ister analog ister dijital olsun özellikle kuru gıdaların tartımında hem daha doğru sonuç verir hem de daha hızlı ve kolaydır.








 
Un ve pudra şekeri           Toz şeker


Kap
Gram
Kap
Gram
1/8 kap
16 gr
2 Yk
25 gr
1/4 kap
32 gr
1/4 kap
50 gr
1/3 kap
43 gr
1/3 kap
67 gr
1/2 kap
64 gr
1/2 kap
100 gr
2/3 kap
85 gr
2/3 kap
134 gr
3/4 kap
96 gr
3/4 kap
150 gr
1 kap
128 gr
1 kap
201 gr

Kaşık
ml
3 tatlı kaşığı (tk)   
1 yemek kaşığı (yk)
1 yk
15 ml
1 tk
5 ml
1/2 tk
2 ml
1/4 tk
1ml


3 tk
1 yk
14.3 gr
2 yk
1/8 kap
28.3 gr
4 yk
1/4 kap
56.7 gr
8 yk
1/2 kap
113.4 gr

10 Şubat 2011 Perşembe

9 Şubat 2011 Çarşamba

Benim Hayal Defterim: Green Gate

Benim Hayal Defterim: Green Gate: " Danimarka'lı Green Gate'in ürünleri hem çok romantik hem de çok renkli. Tepe Home'da satılmaya başladığı ilk ..."

Green Gate

      Danimarka'lı Green Gate'in ürünleri hem çok romantik hem de çok renkli. Tepe Home'da satılmaya başladığı ilk gün oradaydım bir kaç  latte bardağı, pasta tabakları ve fincan takımı aldım.
     Renklerin uyumu, desenler gerçekten çok zevkli Green gate ürünleri. Tek şikayetim Tepe'deki ürün yelpazesi çok dar. Belki zamanla daha da artar.










Benim Hayal Defterim: Denemeler....

Benim Hayal Defterim: Denemeler....: " Yıllardır; ekler, profiterol yaparım çok sever çocuklar. Kolaydır da yapması ama anladım ki kendine yapıyor o..."

Denemeler....

      Yıllardır; ekler, profiterol yaparım çok sever çocuklar. Kolaydır da yapması ama anladım ki kendine yapıyor olmanın dayanılmaz bir hafifliği varmış. Arkadaşlarımın  benim verdiğim tariften yapacak olmalarını bilmek zorladı beni sırf bu yüzden iki gün üst üste evde ekler pişti. Sonuç: başarılı.
   Resimlerle tarif hazırladım bu daha da kolaylaştıracak işimizi.
Malzemeler
  • 1 kap su 
  • 1 kap un 
  • 125 gr margarin
  • bir tutam tuz
  • 4 yumurta
(Krema tarifi sayfanın sonunda)
   Küçük bir tencereye kaynar 1 kap suyu koyun içine margarini atın, kısık ateşte margarin eriyip su kaynamaya başlayana kadar tutun. Su kaynamaya başladığı anda ocaktan alın ve önceden elediğiniz 1 kap unu içine boşaltın.Tahta bir kaşıkla hızlı hızlı karıştırın. Resimdeki gibi top haline geldiğinde tekrar kısık ateşe koyun sürekli karıştırın. bu arada fırının ısısını 220 dereceye ayarlayın ısınmaya başlasın.
Sol resimde gördüğünüz gibi tencerenin dibinde ince bir tabaka oluşmaya başlayınca ocaktan alın. Başka bir kaba aktarın, mikserle 7-8 dakika soğuyana kadar çırpın. Soğuduktan sonra karıştırmaya ara vermeden   yumurtalarıda birer birer ekleyin. Tüm malzemeler karıştıktan sonra hamurun kıvamı alt resimde gördüğünüz gibi olacak.


    Hamuru krema torbası içine doldurun uç kısmı çok önemli değil ama düzgün sıkmak önemli.
Krema torbanız yoksa fermuarlı buzdolabı poşetinin köşesini delip küçük pet şişenin ağız kısmını keserek çıkartıp torbaya uç yapabilirsiniz. Yok şekil önemli değil diyorsanız tatlı kaşığı  da kullanabilirsiniz. Tepsiyi daha önceden  ısıttığınız fırına koyun, ilk 10 dakika 220 derecede pişecek daha sonra ısıyı 180 dereceye düşürün 25 dakika da bu ısıda pişirin. Süre dolduğunda fırını kapağını hafifçe aralayın araya tahta bir kaşık koyabilirsiniz 10-15 dakika içerde bekletin .
Krema tarifi benim klasik pasta kremam profesyönel tanımlamaları olmayan basit ve güzel bir krema 
Malzemeler
  • 2,5 su bardağı süt
  • 1/2 cup şeker
  • 2 tepeleme yemek kaşığı mısır nişastası
  • 1 paket vanilya
1/2 su bardağı süt 1/2 cup şeker ve 2 yemek kaşığı tepeleme nişasta ile iyice çırpılır pürüzsüz bir karışım elde edildikten sonra kalan süt eklenir ve ocağa koyulur  sürekli karıştırılarak pişirilir. Vanilya pişirme işlemi tamamlandıktan sonra ilave edilir.
Acelem olduğu zamanlarda kremayla hiç uğraşmıyorum  bir paket vanilyalı creme ole'yi arkasında yazan miktardan biraz daha az sütle yapıp krema yerine kullanıyorum çok lezzetli oluyor.
Kremayı ya sivri boru uçlu bir sıkma aparatıyla eklerlerin içine sıkabilirsiniz yada sandöviç ekmeğini kestiğimiz gibi fazla derin olmayan dikkatli bir kesikle açar içine krema doldurabilirisiniz. Üzerine çikolata dökmek yerine pudra şekerini tercih ediyorum  ama bazen çocuklar çikolatalı bir şeyler istiyorlar o zaman 1 paket(80gr) bitter çikolatayı, 1 kaşık tereyağı  ile ben maride eritip üzerine 3 yemek kaşığı krema 1 yemek kaşığı bal ekleyerek hazırladığım ganaş benzeri kremayı ılık hale geldikten sonra döküyorum üzerine. 
Keyifle....

7 Şubat 2011 Pazartesi

LÜTFEN KALBİMİ KIRMA çünkü içinde sen varsın

    Ali Ulurasba'nın yeni çıkan kitabının adı LÜTFEN KALBİMİ KIRMA çünkü içinde sen varsın
Hani bazen anlatmak istediğiniz onca şeyi birisi sizin için anlatıvermiştir  sanki. Öyle cümleler yaratmıştırki "daha iyi anlatılamazdı" dersiniz. İlk iki bölümden altını çizdiklerim:
   Balzac, "Dünyada hiçbir şey mutsuzluk kadar mükemmel değildir!" der ve ekler " Bütün mutsuzluklar kardeştir ve aynı dili konuşurlar!"
       Aslına bakarsanız, ne yaşadığımız hayattır bizi inciten ne de bir başkası. Mutluluk da  mutsuzluk da, yani incindiğimiz veya incinmeden yolumuza devam edişimiz vakit almış bir sürecin eseridir. Bizim eserimizdir yani mükemmel mutsuzluk.
      Herkes incinebiliyor gerçekten. sadece birileri tarafından değil, ulaşmak isrtediklerimiz var, kazanmak istediklerimiz ve kendimizde ve kendimize yakın olduklarımızda görmek, duymak istediklerimiz.Hayatımıza dair tedbirlerimizin hemen hemen çoğu bizi yarı yolda bırakıyor.
     Ne planladığımız, ne istediğimiz ne düşündüğümüz ne de hayal ettiğimiz gibi değil hayat. Olması da mümkün değil. Nasıl olsun doğaçlama bir hayat yaşıyoruz.
    İnsan kalp kırmakta mahirdir.Bir söz, bir davranış, bir dokunuş, bir ima....Hiç ummadık bir anda ve ummadık biçimde hem de son derece derin oluyor kırılma. Ancak insan kalp kırmada mahir olduğu kadar, gönül almada da mahir.... Hiçbir maharet ise kırılan gönüldeki kırılma anına dair o belli belirsiz izi silmeye yetmiyor. işte o izden kanıyor insan sürekli. tıpkı bir ağaç dalının kırıldığı yerden sürgün vermesi, o sürgünden çiçeğe, yaprağa durması ama o kırığı bir türlü oradan silememesi gibi.
    ".... kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yine de affettim... Onlar belki beni saflıkla yargıladılar. Belkide içten içe güldüler.....Ama asıl unuttukları şuydu..... Ben aldanmadım... Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar....Bir insan kaybının ne olduğunu bilmedikleri için.....Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için....Oysa ben hiç insan kaybetmedim..... Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar....." diyordu Can Yücel
    En çok, en sevdiklerimiz kırıyor kalbimizi. hem de içlerinde kendileri olduğunu bildikleri halde.

5 Şubat 2011 Cumartesi

Kız Arkadaşlar


           Hayatımın en önemli günlerinden birini daha yaşarken, kız arkadaşların ne kadar önemli ve değerli olduğunu bir kez daha hatırladım.Yorucu birkaç günün ardından dün ve bugün uzun uzun düşündüm hepsini.
"Hayat sana teşekkür ederim" dedim.
Sadece birkaçını geride bir yerlerde bırakmama rağmen, beraber büyüdüğüm diğerleri için, geride bıraktıklarımla yaşadığım güzel anılar için...
         Çocukluğumun tek şahidiydi içlerinden birisi, beraber oynadık çocuk oyunlarını, ilk aşkların heyecanlarını yaşadık beraber, ergenlik, anne kız çekişmeleri, büyümenin en sancılı günlerinde hep beraberdik, öyle devam edecekti sanki her şey. Kelimelere dökülmemiş sözler vermiştik birbirimize,beraber çocuklar doğurup beraber yaşlanmak için ama olmadı, ben tek başıma devam ettim yola. O, geride kaldı. Bir not düşmüşüm defterimin arkasına “hayat bir bahçe, o bahçede sonsuza dek tutmayı beceremediğim çiçekler oldu, solup gitti en güzeli, yerine yenisi koymadım, boş bıraktım yerini.”
Yıllar boyunca o kadar çok şey paylaşmıştık ki, hep kızdım kendime, daha çok ağlamalı daha sık düşünmeliydim onu. Bu kadar kolay olmamalıydı onsuzluk, ama hayat böyle, yas tutman için durup seni beklemiyor hiçbir şey. Üzüntü ve acıyı verdiği gibi yola devam etmen için gereken gücü de; başka mutluluklar ve sevinçlerle yeniden veriyor insana ve bana da tam o yıl kızımı verdi.
        17 yaşındaydım tanıdığımda diğerini, evlenip de o uzak ülkeye gidene kadar  neredeyse her akşam kapısın kapadığımız odalarda yeni yetme flörtlerin heyecanını, platonik aşkları acısını paylaştık.
Üniversite yıllarıydı, ders çalışmamız lazımdı, sınavlar vardı ama başımızda esen kavak yelleri kesmişti ayağımızı yerden. O her daim çılgındı, yasaklara başkaldırır, bitmek tükenmek bilmeyen çatışmaların ortasında kalırdı . Bense hep ailenin söz dinleyen cici kızı. O hayatın içinde bata çıka aktı gitti, ben hayatın önümden akıp gitmesine seyirci kaldım o yıllarda. Önce ben evlendim, ertesi yıl o evlendi ve gitti. O da çıktı hayatımdan. Yıllar, senede 2-3 günlük görüşmelerle geçti, çok az şey paylaştık, çok az görüştük ama aramızdaki bağ hiç kopmadı. Ne zaman bir şeylere üzülüp sıkılsam, burnumun direği sızladı hasretinden, “olsa da kapansak bir odaya saatlerce sohbet etsek, iyileştirsek yaralarımı beraberce” dediğim.
     Her gördüğümde seni, bir yandan “ne sinir olduğunu unutmuşum be!” deyip, bir yandan yüzündeki her detayı hafızama kazımaya alıştım. Seni sevmekten hiç vazgeçmedim yıllarca. sevgimin ne çok olduğunu, sesin o binlerce kilometre uzaktan üzgün geldiğinde, kendimi çaresiz ve mutsuz hissetiğimde anladım. Anneni kaybettiğinde oralarda yalnız olmadığını bilmek, iyi bir kız arkadaşın olduğunu bilmek   mutlu etti beni. Kısaca yürekten sevdim seni.
      Üniversite hayatımın son yıllarında tanıdım  diğerini, daha bu sabah konuştuk bir fincan kahve eşliğinde kaç yıl oldu diye. 20 yıl olmuş bile. Son yıllarda daha da güçlenmiş aramızdaki bağ, bunu büyümemize, olgunlaşmamıza ve birbirimizi iyice tanımamıza bağladık.
Aramızda iyi bir denge kurabilmemizin temelinde farklılıklarımız yatıyor. O benim mantıklı yanım, ağlama duvarım ya da dışarıdaki sağduyum. Ben onun nesiyim? Galiba bütün o başarıyla altından kalktığı işlerin peşinde sürüklenirken arada bir vermek istediği dinlenme molasıyım ya da stres ve yorgunlukla dolu hayatında, durup, “başkaları nasıl yaşıyor, nelere üzülüyor?” sorusunun cevabıyım.
   En renklisini tanıdığımdaysa 11 yaşımdaydım.Ortaokul ve lise yıllarında hep beraberdik. Coca Cola içerken şişenin altına vurup dişini kırdığımda koca bir kızdım. Çınarcık’tan gönderdiği mektupları hâlâ saklıyorum. Lise bitti, o evlendi, başka bir ülkede yaşamaya başladı. Uzun süre uzak kaldık. O başka bir dünyada bambaşka bir hayat yaşarken ben hayal ettiğim üniversite kampusunda kendimi kaybettiğim yıllarımı yaşıyordum. Değiştiğim, kendimi keşfettiğim harika yıllardı. Sonra bir yerlerde tekrar başladı herşey. Bir kaç ay farkla dünyaya getirdik kızlarımızı.. Artık fazla olmasa da yine ortak bir iki şeyimiz vardı.  Böylece başladı yeniden her şey.  Farklı bir dünyadan yayın yapan fena halde dünyalım o benim. Ne güzel tanımladım onu.
Bazen kızarım bazen eleştiririm ama ondaki su ve yağ benzeri birbirine hiç karışmayan o saflığı ve cingözlüğü çok severim. 
     Hayatın peşine takılıp ,durup dinlenmeksizin koştuğum  yıllarda , istediğim sıklılıkta görüşemediğim orada olduklarını bilmenin bile dünyalara bedel olduğu  kız arkadaşlarım.  
"Arkadaşlarınız kendi seçtiğiniz kardeşlerinizdir" diyorya bir reklamda kendi seçtiğim kardeşlerim için bir kez daha "Hayat SanaTeşekkür Ederim"
  
                                  Banu-Elvan (Elba)
                                      1986 ODTÜ


4 Şubat 2011 Cuma

Küçük Ayşegül

Ayşegül kitapları çocukluk günlerimin en güzel anılarından. Ayşegül Küçük Anne, Ayşegül Bebek Bakıcısı, Ayşegül Ormanda, Ayşegül Resim Dersinde ve daha onlarcası. Bir süre önce internette gezinirken Ayşegül'ün tavan arasında bulduğu eski giysilerle kıyafet balosu yaptığı kitabın resimlerine rastladım. Resimlere bakarken o kitabı okuduğum güne geri gittim zamanda yolculuk :)) bu gün için her hangi bir tanımlama bulmakta zorlandığım tamamen o günlere ait bir duyguydu sanırım  yaşadığım , sonsuz bir mutluluk gibiydi. O günden sonra araştırmaya başladım kitapları.

Marcel Marlier'in scetchbook'unu bulabilirmiyim diye  çok aradım bir kaç eskiz buldum ve birebir aynılarını çizebilmek için uğraştım. Facebook'ta fun siteleri olduğunu gördüm. Orjinal adı Martine olan Ayşegül kitaplarının sadece bizim için değil bütün dünya çocuklarının sevdiği kitaplar arasında 1. sırada yer aldığını okumak hiç şaşırtmadı beni. Tabbi bu arada Gilbert Delahaye'yide unutmamak lazım. Marcel Marlier'in muhteşem resimlemesi ve Gilbert Delahaye'nin çocuklara insan, doğa ve hayvan sevgisini öğreten öyküleriyle hepimiz için unutulmaz çocukluk anıları oluşturdu Ayşegül kitapları.


















 Hiç değilse bir tanesi saklamış olmayı çok isterdim. Benim okuduğum, başucumdan ayırmadığım bir tanesini.
 Marcel Marlier 1954 yılında başlamış Ayşegül serisini resimlemeye.  50 öykü başılmış, sayısız dile çevrilmiş. İlk kitap Ayşegül Çiftlikte büyük ilgi görmüş. Casterman yayın evi kazandırmış Ayşegül'ü bizim dünyamıza. 

Gilbert Delehaye 1997 yılında hayata veda edince uzunca  süre öyküleri çizer Marcel Marlier'in oğlu Jean- louis yazmış. Tam dört kuşak Ayşegül'le büyümüş. 32 ülkede yayınlanmış Martine serisi. Her ülkede farklı bir ismi olmuş Belçika'lı Martine'in İtalya'da Christina, Almanya'da Steffi, İngiltere'de Mary, Amerika'da Debbie, portekiz'de Anita,
18 Ocak 2011'de Marcel Marlier'de hayata veda edince Ayşegül'ün uzun yolculuğu sona ermiş. Ayşegül şimdi çok üzgün:( tabii ben de.



3 Şubat 2011 Perşembe

İşte Benim Moda İkonum!


Bizim moda ikonlarını getirince gözümün önüne, Judy Aldridge'e moda ikonu demek hafif kalacak  galiba..
 40 'ların sonunda bir kadın Judy. Zayıflığın, şıklığın olmazsa olmazı olduğununun canlı bir kanıtı.

Kırmızı platform sandallara bayıldım.

Çizmeler Defne'nin favorisi




Kilo alıp moraliniz bozulduğunda, tavsiye ederim girin Atlantis Home'a bakın Judy'nin resimlerine sonra ınnn..., ınnnn.. yok bu da gaza getirmiyorsa sizi bir tarif vereyim yapın....  alın kiloları:))))

Muzlu Çikolatalı Kek

Malzemeler:
  • 75 gr. çikolata
  • 110 gr yumuşak tereyağ
  • 125 gr toz şeker
  • 2 yumurta
  • 125 gr un
  • 1 yemek kaşığı kabartma tozu
  • 1/4 bardak kakao
  • 2 olgun muz
Şeker ve yağı krema kıvamına  gelene kadar çırpın. Yumurtaları teker teker ekleyin . Ayrı bir tabakta çatalla ezdiğiniz muzları , eritilmiş çikolatayı ve geri kalan tüm malzemeyi karııştırın. Çok büyük olmayan bir kek kalıbına döküp, 175 derecede yaklaşık 30-40 dakika kadar pişirin. Oldukça kolay bir tarif, çok fazla kabaran bir kek değil ama çikolata ve muzu bir arada seviyorsanız, vazgeçilmeziniz olmaya aday bir tarif.
Oğlumun en sevdiği kek.
Elvan
 

2 Şubat 2011 Çarşamba

Benim Hayal Defterim: 2. Gün

Benim Hayal Defterim: 2. Gün: " Kar çocuklara harika bir tatil hediyesi oldu. Hafta sonu bahçede 3 tane kardan kadın yaptık.Kafalarına ..."

Top Chef


   Yiğit Pura, Amerika'da yapılan,  Top Chef  Just Desserts yarışmasının  en iyi aşçısı seçildi. İşte dedim , gurur duyacağımız birisi daha oldu oralarda, eminim daha niceleri var. Sanırım en ünlüsü Dr.Oz Amerika'lılar sağlıklı yaşamayı bize Dr. Oz öğretti diyorlarya umarım bir kaç sene içinde Yiğit'te böyle parlayacak. Televizyon programları, kitaplar derken alıp başını gidecek. Top Chef yarışması Digitürk Plus'ta yayınlanıyor ama henüz Yiğit'in yarıştığı Just Desserts yayınlanmadı. En kısa zamanda Yiğit'ten burada yayınlamak için bir tarif isteyeceğim. 
    Yılbaşında elma şekerleri hazırladım çocuklar için görüntü çok güzel oluyor. Annem elma şekerlerini şeker termometresi kullanmadan yapardı ama termometre gerçekten büyük kolaylık. Marshmallow yapımında ve daha bir çok tarifte işinizi kolaylaştıracak bir mutfak gereci.( İnternet üzerinden kolayca satın alabilirsiniz.)Tarif gerçekten çok kolay, saplar, yapı marketlerde satılan çıtalardan yapılabilir yada ince ağaç dalları kullanabilirsiniz daha dekoratif olur. Doğum günü partilerinde çocukların, yemeği sabırsızlıkla bekledikleri ve yerkende çok eğlendikleri bir şey elma şekeri.

Gerekli malzemeler: 
  • Önceden yıkanıp kurulanmış 6 orta boy elma
  • 2 cup toz şeker
  • 3/4 cup su 
  • 1/2 cup şurup* (cup ölçü kapları büyük marketlerde satılıyor)
  • Kırmızı gıda boyası
   Malzemeleri derin bir kaba koyup yüksek ateşte kaynatın , kaynamaya başlayınca altını kısın ve şeker termometresini içine yerleştirin. Yaklaşık 20 dakika sürüyor termometrenin 300 dereceyi göstermesi, termometreniz yoksa soğuk su testini yaparak istenilen dereceye ulaşıp ulaşmadığını kontrol edebilirsiniz . Suyun içine akıttığınız karışım kırılgan bir ip şeklinde uzuyorsa, suya girer girmez sertleşiyor, elinizle büktüğünüzde eğilmiyor, kırılıyorsa kullanıma hazır demektir. Boyayı katın, çubuklarını önceden sapladığınız elmaları tek tek ve hızla döndürerek şekere bulayın  ve yağladığınız tezgaha yada yağlı kağıdın üzerine baş aşağı koyup soğumaya bırakın
   Şurup; önceden hazırlanan şekerli bir karışım. Ne işe yarıyor? karışımın kristalize olmasını engelliyor, bunun yerine 4-5 damla limonda aynı işi görür belki ama elma şekerleriniz resimdeki gibi pırıl pırıl olurmu? bilmiyorum
1/2 cup şurup için gerekli malzeme; 1 cup toz şeker, 1/3 cup su ve bir tutam krem tartar.
   Karışımı kaynamaya bırakın, kaynadıktan sonra  altını kısın 5-6 dakika kaynamaya devam etsin. Soğuk bir bardak suyun içine bir damla damlatın, yumuşak bir top kıvamında ise karışımınız hazır demektir.  Soğuduktan sonra kullanabilirsiniz. Buz dolabında 2 ay bekletebilirsiniz.
Elvan

1 Şubat 2011 Salı

2. Gün

       Kar çocuklara harika bir tatil hediyesi oldu. Hafta sonu bahçede 3 tane kardan kadın yaptık.Kafalarına reçel dökmek gibi saçma denemeler yapıp daha da eğlendik. 4 çocuk ve ben bahçe karla kaplanmış fonda kuş cıvıltıları  oturup yaramaz Wiggens'ın four seasons otelin restoranında görgü kurallarını nasıl öğrendiğini okuduk. Alex Von Bidder (Four Seasons Restoranın sahibi) yazmış bu kitabı basit ama eğlenceli öğretiyor kuralları benim en hoşuma giden kısmı tadını bilmediğiniz yemeği redetmeyin hiç değilse bir küçük lokma alın deneyin sonra karar verin kısmı oldu . Bu kitabı Martha programında tanıtmıştı bende amazondan sipariş ettim. Yabancı yayınları buradan satın almak pek akıllıca gelmiyor bana,  ciddi bir fiyat farkı her zaman olmasada, kapınıza kadar geliyor olması bile yurt dışı siparişini daha cazip kılıyor.    Kitap ve CD sözkonusu olduğunda sanırım en iyi adres Amazon.com , bu güne kadar çok sipariş verdim hiç bir sorunla karşılaşmadım.
     Bu günlerde Battle Hymn of The Tiger Mother (kaplan annenin savaş marşı) kitabını okumayı istiyorum doğrusu bu kitap yeni bir tartışma, bir sorgulamayı başlattı bence Ben ne tür bir anneyim kaplan annemiyim yoksa Disney annesimiyim?  Ben bunu düşünürken Eren'le doğum günümde aramızda geçen konuşmayı  not aldığım küçük kağıt çıktı defterimin arasından,
-Annecim senin omurganı bile seviyorum. Sen Allah'ın bana hediyesisin. Sen İndiana Jones'tan bile güzelsin.
- Oğlum İndiana Jones bir erkek
-aaaaa bilmiyordum o zaman Adriana lima'dan bile güzelsin. :)))))))))
Hayatımızda bir çocuk olduğunda her şey biraz daha farklı oluyor galiba.  Onların o masum el değmemiş dünyasına baktıkça özlüyorum o tasasız dertsiz günleri.  Büyüdükçe , yol aldıkça hayatın içinde o masumiyeti, o saflığıda bırakıyoruz geride. Bir çikolata ,bir şeker için ağlarmısınız hiç? yada çıkaramadığınız kazağınız, çözemediğiniz ayakkabı bağınız ağlatırmı sizi? tabiiki hayır, ama onlar ağlar çünkü altı, üstü; çikolata, şeker sağı,solu; oyun , masal  tasasız ve tertemiz bir dünyanın  masum melekleridir onlar. Camdan kalpleri daha ince bir çizik bile almamıştır. Aldığı yaralar bile anne ve babasının kolayca iyileştirebileceği cinsten yaralardır henüz .
Benim hayatımdaki son çocukta hızla büyümekte.
Elvan