28 Şubat 2013 Perşembe

Benim Hayal Defterim'i www.elvanbasustaoglu.com adresine taşıyalı bir seneden fazla oldu. Burada yazmalı, haber vermeliydim. Bu gün bir yorum alınca farkettim, yeni adresimi fark etmemiş arkadaşlarım olduğunu.
Görüşmek üzere

16 Nisan 2011 Cumartesi

Hanami Season

Hanami mevsimi,tüm Japonya'da kiraz ağaçlarının çiçeklendiği Mart ve Nisan ayı. japonlar kiraz ağacının çiçeğine "sakura"diyorlar. sakura çiçeklerini seyretmek başlangıcı yüzyıllar öncesine dayanan bir gelenek.Japonlar kirazların çiçek açmasını hayata yeni bir  başlangıç dönemi olarak kabul ediyorlar.Yeni başlangıçları, hatta evlenme tarihlerini çiçeklerin açış günlerine göre ayarlıyorlar. Okullar bu tarihe göre açılıyor. "Sakura zensen" yani çiçeklerin açılması, festivallerle kutlanıyor. Bu iki ay boyunca her yerde TV'de, istasyonlarda hava durumu sunar gibi kiraz ağaçlarının bölgelere göre o yıl ki tahmini çiçeklenme zamanı veriliyor. 
  "sakura forecast"                                                                                                                




Hanami boyunca insanlar kalabalıklar halinde sokaklara dökülüp, çiçeğe bürünmüş ağaçların altında piknik yapıyorlar. Sakura'ların en iyi gözlendiği yerlere akın ediyorlar.

Bahçe partileri düzenleniyor çiçekleri seyretmek için zaten Hanami ismide buradan geliyor. Hana "çiçek", mi "bakmak".
Japon'ya seyahat için en güzel zaman Hanami mevsimi.
Kiraz ağacının kısa süren baharı japon'lar için semboliktir.  Çiçeğin petallerini (taç yaprakları) Samuray'ın hayatına benzetiyorlar.Solup ölmeden önce olabildiğince parlak ve renkli....     Hayatın kısalığını ve kırılganlığını ifade ediyor petaller.                                                                                                                                                          100 den fazla çeşidi var kiraz ağacının Japonya'da. Türlere göre  çiçeklerin  sadece petal sayıları  değil aynı zamanda renkleride  farklı olabiliyor.



86 yaşındaki mavi gözlü arkadaşımın en sevdiği şiirdi "loveliest of trees"  Kadife gibi sesiyle sakin sakin okurdu bu şiiri ezbere.

Loveliest of Trees


Loveliest of trees, the cherry now
Is hung with bloom along the bough,
And stands about the woodland ride
Wearing white for Eastertide.

Now of my threescore years and ten,
Twenty will not come again,
And take from seventy springs a score,
It only leaves me fifty more.

And since to look at things in bloom
Fifty springs are little room,
About the woodlands I will go
To see the cherry hung with snow.

Alfred Edward Housman

5 Nisan 2011 Salı

Dün geçmişimde bir gezintiye çıktım.

Dün geçmişimde  bir gezintiye çıktım.Çocukluğumun evine gittim çocuklarımla 27 yıl sonra her şeyi bıraktığım gibi bulacağımı hayal ederek.

     Dedem perdeyi aralayıp bana gülümseyecekti. Ayşe teyze ben okula giderken camdan bana el sallayacaktı, ben onu annem sanacak aldanacaktım. Belgin yarı beline kadar sarkacaktı camdan yüzünde billur gülümsemesiyle, masumiyetin rüzgarı saçlarının arasından geçip gidecekti.  Atilla babasını kaybettiği o hüzünlü günden,kaloriferin dibine çöküp ağladığı günden çok daha önceki haliyle neşeli bir ıslıkla  sokakta oynuyor olacaktı.Annem en genç haliyle mutfakta akşama hazırlık yapıyor, babam hala işte, Elif mutfak tezgahına oturmuş bir elma yer gibi bir domatesi dişlemeye çalışıyor olacaktı, çelimsiz yeni çıkmış dişleriyle.  Barış odasında misketlerini sayıyor, kapıda pırıl pırıl pinokyo bisikleti onu bekliyor olacaktı. Ben elimde annemin saç fırçası ayna karşısında sevdiğim bir şarkıyı söylüyor yada üst kattaki komşudan eve dönüyor olacaktım merdivenlerden beşer beşer atlayarak. Her giriş çıkışta posta  kutusuna uğrayıp, Yasemin ablamın Amerika’dan gönderdiği mis kokulu mektupların yolunu gözleyecektim. Babamın doğum günümde getirdiği laleri kuruttugum kitap aralarına arada bir açıp göz atacaktım renkleri solmadan kurusun diye dua ederek. Sonra anneler günü yaklaşacak ben yine çocuk kalbimle anneme dünyaları alabilmenin hayalini kuracaktım. Bulduğum her boş sayfaya bir iki dize şiir yazmaya çalışacaktım. Anket defterim hiç düşmeyecekti elimdem. Hatıra defterlerine yazı yazarken, bu sayfayı bana ayırdığın için teşekkür ederim diyerek başlayacaktım.Ümit teyzemin İtalya’dan getirdiği çocukluğumun en hatıralarda kalan oyuncağı Caroline bebeğim odamın baş köşesinde bir gözü kapalı bana bakıyor olacaktı.Dolabımda asılı harika kıyafetleri giymek için hep özel bir gün beklentisiyle ben büyüyecektim, elbiseler yeterince giyilemeden küçülecekti.   Annem iş yaparken que sera que sera yı mırıldanacaktı, babam keyifli anlarında siyah beyaz televizyonunumuzun ekranında şarkı söyleyen sanatçıya eşlik edecekti “Seni sevda çiçeğim tacı serim….” 


  Hiç birisi olmadı hani tiyatro sahnesinde oyun biter sahne bom boş kalırya kendi ıısızlığında, öylece kalakalmış bizim evimizde. 
   Aradan çoook uzun yıllar geçti. Artık o evdeki hayatı eşyaların yerlerini çok iyi hatırlamıyorum ama nedense o ev yıllar sonra hala rüyalarımın tek evi. Sırf bu yüzden bazı sabahlar mutlu uyanıyorum.Taşınırken her şeyi, bütün eşyaları yanımızda götürdük. Bomboş kalmıştı evimiz odalarını gezip birer birer veda etmiştim, ama daha sonra anladımki götüremediğimiz, götürmeyi beceremediğimiz bir şeyler kaldı o evde bizden, benim ve Barış’ın çocukluğu Elif’in bebekliği annemin ve  babamın gençliği o evde kaldı. Ne çok mutluluğa, ne çok hüzne tanıklık etti o ev.   


 Yaşanan her günün geride dönülemeyecek anlar bırakması ne kötü. 
 
Her şey çok değişmiş belkide hiç gitmemeliydim çocukluğumun evine, hayalimdeki gibi kalmalıydı. 
Evimizin karşısındaki ekmek fırını yıkılmış yerine sevimsiz bir apartman dikilmiş. Ağaçlarının altında piknik yaptığımız arsalar kocaman apartmanların altında kalmış,  bahçesinden can erik aşırdığımız sarı ev de, bahçesi de yok olmuş.Tırmandığımız ağaçlar,  küçük tepemiz,  anılarımızı içine koyduğumuz
 resim kaybolmuş. Çocuklar büyümüş, anneler babalar yaşlanmış, anneanneler dedeler çoktaaaan göçüp gitmişler.
    Zaman her şeyi öğütüyor.  
Ben büyüdüm, o evden taşındık . Başka evlerde başka anılar yarattım yıllar boyunca. Ama her birinde benden bizden bir parça bıraktık taşınırken. İlkinde doğdum, ikincisinde büyüdüm, üçüncüsünde evlendim, dördüncüsünde mutlulukla çoğaldım. Şimdi beşincisindeyim bahçesinde ağaçlarımızın kök saldığı,  yollarında Eren’in kırmızı bisikletiyle gezip, odalarında Defne'min genç kızlık hayalleri kurduğu, bizim yavaş yavaş yaşlandığımız, onların hızla büyüdüğü, hayatın nihayetsiz döngüsünü yaşıyoruz bu evde. Bir devir teslim yaşanıyor aslında. Şimdi onların zamanı .... 

30 Mart 2011 Çarşamba

I Lâl you

Bizim masalımızın küçük kristal buz perisi o. Işıltısı gözlerimizi kamaştıran, sakinliği huzur veren, umutlarımızın parlak yıldızı o.




29 Mart 2011 Salı

Eski bir yazı...


Eski bir yazı...
Eren bu yıl okula başlıyor. Defne ortaokula başlayacak, bu demektir ki, ben bol bol ders çalışacağım, saymayı yeniden öğreneceğim, bugüne kadar öğrendiğim, hayata dair tüm bilgileri sil baştan yapıp okula yeniden başlayacağım. Güneşin neden ısıttığını, sonbaharda yaprakların neden döküldüğünü tekrar öğreneceğim. Gökkuşağının altından geçerken dilek bile tutacağım, kısaca farkına varmadığım güzellikleri yeniden keşfedeceğim.
Bu kez yol arkadaşım Eren olacak. Yine kendime zaman ayıramamaktan şikayet edecek ama daha ilerde bir gün resimlere bakıp onlarla geçirdiğim tüm zamanların hayatımızın en iyileri olduğunu fark edeceğim. Çünkü onlar artık büyümüş ve kendi yollarında arkalarına bakmaya vakit bulamadan koşturuyor olacaklar. Yorulduklarında dinlenmek ya da düşünmek için duraksadıklarında geriye bakacak hayal meyal hatırlayacaklar yolun ilk yarısını.

* * *

O yıllar....
Bir elimden annen, bir elimden baban tutsun, artık kimse zarar veremez sana. Tökezlesen bile annem izin vermez düşmene.
Bir yerim acıdığında dört el aynı anda sevgiyle uzanır yaralarını iyileştirmek için. Gece korkulu bir rüya görsen annen kucaklar sevgiyle, korkuların geçer, kendini bırakırsın uykuya annenin güvenli kollarında.
Altı üstü çikolata şeker, sağı solu oyun masal dertsiz, tasasız bir masal dünyasının masum meleğisindir o yıllarda.
Ne ağlatır, ne üzer seni?
Çıkaramadığın ayakkabıların ya da isteyip de alamadığın lolipop, bunun için bile bir sürü gözyaşı dökebilirsin, çünkü içinde yaşadığın dünya, daha kötüleri, kötülükleri tanımadığın, süper kahramanların her şeyin üstesinden geldiği bir masal dünyasıdır.
Daha yolun başındasındır. Henüz geride sevdiğin birilerini bırakacak kadar bile yol almamışsındır. Öyle bile olsa, sevdiğin sen anlayacak yaşa gelene dek uzun bir seyahate çıkmış olur. Kısaca hiç yara almaman için herkes elinden geleni yapar, hayali senaryolar yazılır hatta senin canını acıttığı için çarptığın eşyalar azarlanır.

* * *

Sonra biraz daha büyürsün artık ağabey ya da abla olmanın daha avantajlı bir durum olduğunu fark eder, etrafta ağabey ya da ablalık yapacak birilerini ararsın. Artık ağabeysin ya da ablasın ya kimse tutmasın elini mümkünse.
“Ben bebek değilim!” diyen isyanların başlar.
Yemeğini kendin yemek, düştüğünde kendin kalkmak istersin ama gene de annen ve babanın arkanda olduğunu bilmek en büyük güvencendir.
Arkanda olsunlar ama yolunu çizmene karışmasınlar istersin.
Sonra okula başladığın ilk gün nasıl olduğunu anlamadan geliverir. Anneanne, dede, anne, baba sanki sana bakınca üniversiteden mezun olduğun günü görür gibi olurlar. Nasıl büyük bir gururla sokarlar seni sıraya. Senin ise gözlerin hep onları arar. Ağlaşmalar, fotoğraf karelerine sığdırılmaya çalışılan ilk okul günü.
Sonra sorulaar sorulaaaar...
“Anne neden gökyüzü mavi?”
“Gökkuşağı nasıl oluyor?”
“Ben senin karnına nasıl girdim?”
 “Oradan nasıl çıktım?”
“tabakta kaç elma, elimde kaç parmak var?”
“Buz neden soğuk?”
“Su neden ıslak?”
Sonbaharda yapraklar neden dökülür?”
Hayatı keşfetmek çok eğlenceli gelir, sanki ulaşılmaz bir sırrı keşfetmişcesine büyük bir mutlulukla parlar gözlerin aldığın her cevapla. "Vayyy beee! Annem ne çok şey biliyor!” diye hayrete düşersin, baban hayatının en önemli kahramanıdır. Kocaman cüssesiyle kapıdan şöyle bir görünüverdi mi, “benim babam seni döver” türünden böbürlenmelere de başlamış olursun artık. Yani artık gerektiğinde kullanabileceğin ek gücün bile vardır.

* * *

Aslında çok istediğin bu bir an önce büyüme işi, ancak büyüyünce anlayacağın, çocukluğun bütün avantajlarını kaybedeceğin, söyleyeceğin her sözün hakkında delil olarak kullanılacağı, yaptığın her şeyden sadece senin sorumlu olacağın, komşunun çocuğuyla bile mukayese edileceğin, potansiyel suçlu muamelesi görüp gizli gizli çantanın ceplerinin aranacağı berbat bir dönemin başlangıcı olacaktır.
Annen baban sana çok güvendiklerini ancak çevreye güvenmediklerini söyleyerek hayalini kurduğun özgürlüğe giden yolda hep önünü keseceklerdir. Bu dönem olağanüstü anlayışlı bir anne- babayla bile geçse de sıkıntılıdır.
Ne çocuksundur ne yeterince büyük. Bir yandan hızla büyüyen elini kolunu nereye koyacağını bilemez, dengeni kaybedip sağa- sola çarparsın adın “sakar”a çıkar. Bir yandan ayna karşısında harcanan zamanlar arttıkça, aynadaki görüntüde sinir etmeye başlar seni. Saçların istediğin gibi olmaz, yanakların olmadık yerde kızarır ele verir seni, yüzündeki minicik bir sivilce kabusun olur. Kısaca fiziksel değişimini bile kontrol edemezken bir de aşk meşk girdi mi işin içine, hepten leyla olur bütün gün tavanları seyredip çiçeğin böceğin güzelliğini anlatan şiirler okursun. Ya da seni görmezden gelen sevgiliye “aahh” edip acılı şarkılar dinler, aşk acısını da tattım hayat= 1, ben= 0 tarzında şiirler yazarsın defterlerinin arkasına.

* * *

Aşk acısını tatsan da, içinde bir yerlerde daha yaşama sevincin hiç eksilmeden duruyordur. Göreceğin daha çok şey vardır hâlâ sabırsızsındır, hâlâ yeterince büyümemişsindir. Hep varılacak hedefler vardır, arkana bile bakmadan koşarsın. Durup dinlenmek, dinlenirken arkana bakmak gelmez aklına. Bu arada hayatına o kadar çok insan girer ki, (yaşanmışlıklarının tanıklarıdır onlar) kimi yola seninle devam eder, kimi geride kalır ve böylece artık kayıpların acısı başlar. Aldığın yenilgilerin burukluğu, başını eğmek zorunda kaldığın anlar, karşılıksız aşklar ve yavaş yavaş eksilirsin....
O yıllardan ne çok şey kalır sana, daha sonra farkına varırsın. Yol boyunca kazandığın başarılarda, başarısızlıklarda çok şey öğretir, içinde bir yerlerde birikir onlar taaaki sen büyüyüp bilginin, tecrübenin sahip olduklarının değerini anlayacak olgunluğa erene kadar. Onlar senin gizli hazinendir, kaybettiğin gençliğin yerine sana kalanlardır.
Onlar her şeyden değerli...
Sonra ne çabuk geldim buralara türünden yakınmalara başlarsın, bizi en iyi anlatan şarkı “Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım” oluverir. Sonra “şimdiki aklım olsa sabah daha erken uyanır, gece daha geç yatardım. Böylece güneşin doğuşunu kaçırmamış olur, gece yıldızları sayardım” gibi iş işten geçti cümleleri kurmaya başlarsın.
Bense çocuklarımın daha yolun başında oldukları ve bu amansız hayat koşusuna hazırlandıkları bugünlerde, bırakın gökteki yıldızları saymayı, yatağa 5 dakika erken gitsem kâr sayıyorum. Üstelik gökteki yıldızların sakinliğine bakıp evdekilere kızmaktan korkuyorum.
Güneş her sabah ben fark etmeden doğsa da ertesi gün yine ve yeni güne uyanmamız için dua ediyorum.
Elvan

1 Mart 2011 Salı

Beze yada mereng

    Beze sadece şeker ve yumurta akı kullanılarak yapılan harika bir tat. Kıtır kıtır, çok havalı, ağızda eriyip giden bir bulut kümesi gibi. Beze, minimum malzemeyle maksimum tat elde etmenin belkide en lezzetli, en kolay yolu.



Beze bana Erdek'i hatırlatıyor.Ara sokaklardan birindeydi, o adını unuttuğumuz fırın. Hemen hemen her sabah uğrardık. Kahvaltı için bir şeyler alırken mutlaka bir pakette beze alırdık. Bir  torbada minik top şeklinde fazla pişmiş bezeler... pastanelerde satılanlar gibi kar beyaz değil hafif pembeleşmiş.. Çocukluğumun unutulmaz tatlarından. Hatıraların tadı daha da tatlandırıyor çocukluk tatlarını.:(

    Malzemeler kısmında yine o meşhur bardak var. Hani 1 su bardağı yada 1/2 su bardağı gibi ölçülerden söz ettiğimizde sorulan  "hangi su bardağı?" sorusunun cevabı. Resimdeki bardak işte o bardak.
Malzemeler 
  • 2 yumurta akı
  • 3/4 su bardağı toz şeker
Bu miktarla yaklaşık 20-25 beze yapabiliriz.
Yapılışı
     Yumurta aklarını mikserle çırpmaya başlayın. Köpüklenmeye başladıktan sonra bir kaşık toz şekeri ekleyip çırpmaya devam edin sonra bir kaşık daha.. toz şekerinin tamamını bu şekilde ekledikten sonra en az 10-15 dakika daha çırpın. Olup olmadığını nasıl anlarsınız? Kaşıktan kendiliğinden düşmeyecek kadar sert olacak. Aslında olmama ihtimali neredeyse hiç yok tabii içine bir şeyler karıştırmadıysanız. Benim her ay en az 2-3 kez yaptığım bir tarif bu hiç hatırlamıyorum olmadığını ingilizce dedikleri gibi foolproof bir tarif.
    Fırının ısısını 120 dereceye ayarlayın. Pişmeye hazır hale getirdiğiniz bezeyi krema sıkma torbasına doldurun. Geniş bir yıldız uçla benim bezelerimin şeklini elde edebilirsiniz. Torba ve uç yoksa tatlı kaşığı ile koyabilirsiniz tepsiye, hatta bazen yamuk yumuk şekilli bezeler daha da güzel görünüyor. 
Yıldız Uç

Fırın istenilen ısıya ulaştığında içine tepsiyi koyun tam 1 saat boyunca kapağı hiç açmadan pişirin. Pişirme süresi dolduğunda tepsiyi fırının içinde bırakın yine kapağını hiç açmadan 1 saat bekletin.
Bekleme süresi çok önemli daha az tutarsanız içi sakız gibi oluyor. Her ne kadar pişirme ve bekleme süresi uzun olsada beklemeye değer bir tat beze. Çocukların yemekten en çok keyif aldıkları tatlardan biri. Sadece çocuklar değil bizim evimizin babası da bayılır bezeye hatta bazen öyle kaptırırki kendini nazik bir dille hatırlatmak zorunda kalırım, çocuklarında çok sevdiğini bezeyi :))))